banner68

banner113
19 Ağustos 2025 Salı

CHP’Lİ BAŞEVİRGEN: “ERDOĞAN’IN EKONOMİ POLİTİKALARI VATANDAŞI FAİZE ÇALIŞTIRIYOR...”

Koşulsuz Sevgi ve Toplumsal Yara Bandı Olarak Sinema:

30 Mayıs 2025, 15:46
Koşulsuz Sevgi ve Toplumsal Yara Bandı Olarak Sinema:
Meryem Güneş Berberoğlu
Mahsun Kırmızıgül’ün Mucize Filmine Sosyo-Psikolojik Bir Bakış “Bazen bir insan, bir diğerine ilaç olur. “ İNSANA DOKUNAN SİNEMA VE ‘MUCİZE’NİN YERİ Sinema, yalnızca bir sanat dalı değil; insanın bireysel ve toplumsal acılarını imgeler aracılığıyla görünür kılan güçlü bir anlatım aracıdır. Mahsun Kırmızıgül’ün Mucize filmi de bu bağlamda, bireyin toplumla olan çatışmasını ve sevgiyle yeniden inşa edilen benliğini anlatan, dramatik olduğu kadar sosyolojik bir metindir. Özellikle koşulsuz sevgi teması üzerinden film, çağımızda gitgide tükenen duygusal dayanışmayı hatırlatır. Filmin merkezine oturan Musa karakteri, bedensel engellerinin ötesinde; duygusal ve toplumsal dışlanmışlıkla yoğrulmuş bir bireydir. Amerikalı psikolog Carl Rogers’ın “koşulsuz olumlu kabul” kuramıyla açıklanabilecek biçimde, Musa’nın Mizgin tarafından olduğu gibi kabul edilmesi, yalnızca bir evlilik eylemi değildir. Bu durum, Musa’nın içsel dünyasında bir kırılma, dönüşüm ve yeniden doğuş anıdır. “Koşulsuz sevgi, insanı değiştirmez. Onu ilk kez gerçekten ortaya çıkarır.” Carl Rogers Mizgin’in Musa’ya sunduğu sevgi, romantik bir aşkın değil; ontolojik bir kabulün ifadesidir. Bu kabul, Musa’yı zamanla yalnızca bedenen değil, özsaygı ve sosyal değer açısından da onarır. Film bu yönüyle, sevginin bir rehabilitasyon aracı olarak nasıl işlediğini güçlü biçimde gösterir. Mucize, Türk köy sineması geleneğini sürdürerek, kırsalda yaşayan halkın değerleriyle yüzleşmesini sağlar. Musa, toplum tarafından 'delilik' ya da 'uğursuzluk' olarak etiketlenen, metaforik anlamda bir 'günah keçisidir'. Michel Foucault’nun “dışlama mekanizmaları” kavramı bu noktada işlevseldir. Köy halkı Musa’nın varlığıyla kendi korkularını, bilinçdışı kaygılarını ve kusurlarını bastırır. Musa’nın engelli bedeni, aslında toplumun görmek istemediği vicdan aynasıdır. “Engelli birey yoktur; engelleyen toplum vardır.” Engelli Hakları Bildirgesi (BM, 2006) Film, engelliliğin bireysel bir kusur değil; sosyal inşa olduğunu vurgular. Musa’nın maruz kaldığı dışlama, onun değil, toplumun engelidir. Kırmızıgül’ün kamerası, Musa’ya acımak yerine; ona yapılan haksızlığı ifşa eder. Mizgin, Anadolu kadınlarının sessiz ama dirençli temsilidir. Onun Musa’yı seçişi, ataerkil normlara karşı bir başkaldırı değildir yalnızca; aynı zamanda kadının iyileştirici sezgisel gücünün sinematik bir temsilidir. Mizgin, Musa’da yalnızca bir eş değil; “bir ruhu diriltme görevini” üstlenmiş bir annedir, öğretmendir, şifacıdır. Jung psikolojisinde geçen anima arketipi, Mizgin’de cisimleşmiştir. Musa'nın içinde var olan ama bastırılmış olan yaratıcı, konuşan, gelişen öz benlik, Mizgin’in şefkatiyle açığa çıkar. Bu anlamda Mucize, sadece engelli bireylerin değil; kadının toplumsal gücünün de yeniden tanınmasını sağlar. GÜNÜMÜZDE DUYGULARIN TÜKETİMİ/ İLİŞKİLERİN METALAŞMASI Mucize filmi, sinema dilinin yalınlığıyla derin bir karşılaştırmaya da alan açar: Bugün insanlar neden birbirlerini sevmiyor? Çünkü sevgi, bir yatırıma, ilişkiler ise bir ticarete dönüşmüştür. Duygular “karşılık bekleme” sistemine endekslenmiştir. Oysa Musa ve Mizgin ilişkisinde, ‘senin bana ne kattığın’ değil; ‘ben seni var ettiğimde nasıl bir bütün olduğumuz’ hissi vardır. Modern ilişki teorilerinde bu duruma “duygusal kapitalizm” denir (Eva Illouz). Sevgi, bireylerin sosyal sermaye kazanmak için kullandığı bir gösteri alanına dönüşmüştür. Bu sebeple Mizgin’in Musa’ya yaklaşımı, bugünün duygusal açmazlarına karşı radikal bir sevgi modeli önerir. “Gerçek aşk, seni mutlu eden değil; seni sen yapandır.” Rollo May Mucize, Türk sinemasında nahif bir anlatıyla büyük bir insanlık dersi veren nadir filmlerdendir. Mahsun Kırmızıgül’ün zaman zaman melodrama kaçan üslubu, bu filmde bir etik manifestoya dönüşür. Film yalnızca bir bireyin dönüşümünü değil; toplumun vicdanla yüzleşmesini konu edinir. Bu bağlamda film; Psikolojik olarak,bireyin sevgiyle değişimini, Sosyolojik olarak, ötekileştirilenin topluma kabulünü, Eğitsel olarak, öğretmen figürüyle medeniyet misyonunu, Ahlaki olarak, çıkarcılığa karşı karşılıksız iyiliği, öne çıkarır. Ve belki de asıl mucize, Musa’nın yürümesi değil; Mizgin’in onun yanında hiç yürümemiş gibi kalmasıdır. Çünkü bazı sevgiler, birinin hayatına karışarak değil; onun hayatında kalarak gerçekleşir. Görünmeyeni Sevmek, Görünür Kılmak/ “Mucize 2: Aşk” Üzerinden Aşkın Estetik ve Sosyolojik Katmanları SEVGİDEN AŞKA UZANAN BİR ONARIM HİKÂYESİ Mucize 2: Aşk, ilk filmdeki hikâyenin tamamlayıcısı değil; bir anlamda devam eden bir kalp ritmidir. Engelli bir bireyin, sevgiyle iyileşme sürecinden sonra, toplumsal sistemde tam bir birey olarak kabul görme mücadelesini merkeze alır. Film, engellilik kavramının biyolojik değil; sosyokültürel bir inşa olduğunu yinelemeye devam eder. Burada dikkat çeken asıl nokta, ilk filmde yalnızca sevilmiş olan Musa’nın, artık kendini gerçekleştirmek isteyen bir bireye dönüşmesidir. Bu, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde “kendini gerçekleştirme” düzeyine ulaşan bir karakter portresidir. I AŞK, KUSURSUZLUK ARAYIŞI MI, KUSURU ANLAMAK MI? Mucize 2: Aşk, aşkı idealize eden değil; emekle kurulan bir yolculuk olarak çizen nadir filmlerden biridir. Mizgin ile Musa’nın evliliği, fiziksel bir yakınlıktan çok, ruhsal bir uyumun ete kemiğe bürünmesidir. Bu aşk, bir “normalliği” değil, birlikte yürünebilecek bir yolu savunur. Aşk burada: Onarma eylemidir, Kabulün derin halidir, Kalabalıklarda görünmez kalmış bir bireyin görünür olma çabasıdır. Susan Sontag’ın “Estetik, görünmeyeni fark ettirme sanatıdır” cümlesiyle uyumlu olarak film, Musa’nın “çirkinliğini” değil; ona yüklenen algıların çarpıklığını estetize eder. İkinci film, kırsal toplumun daha derin kodlarına iner. Musa ve Mizgin, yalnızca bir aşk değil; bir mücadele hattıdır. Akrabalık, gelenek, mahalle baskısı ve töre gibi yapıların içinde bu iki insan, kendi hikâyelerini inşa etmeye çalışırlar. Film burada Erving Goffman’ın “damgalama” kuramıyla da doğrudan ilişkilidir. Toplum, Musa’yı “iyileşmiş” olsa bile eski etiketiyle tanımlar. Çünkü sosyal hafıza, fiziksel iyileşmeyi kabullenmekte zorlanır. Goffman’ın tabiriyle Musa artık “ikincil damgalama”ya maruz kalır: geçmişin izi, şimdinin üzerine gölge düşürür. Film bu nedenle, sevgiyle iyileşmenin yetmediğini; kamusal kabulle bütünleşmeyen bir iyileşmenin eksik kaldığını gösterir. MİZGIN’İN SABRI/ KADININ ONARICI İSYANI Mizgin karakteri, bu filmde daha da derinleşir. O artık sadece Musa’yı seven değil; onun toplum içindeki konumunu da savunan bir bireydir. Sessizliği artık yalnızca sevgi değil; direnişin estetiğidir. Bu noktada film, Bell Hooks’un “Sevgi bir eylemdir, bir söylem değil” sözünü çağrıştırır. Mizgin’in sabrı; edilgenlik değil, etik bir duruştur. Toplumda kadın olmak zor, ama “bir engelli adamın karısı” olmak; çifte önyargının yükünü taşımaktır. Mizgin bu yükü sevgiyle değil, bilinçli bir iradeyle taşır. Çünkü onun sevdası, Musa’ya değil; insan olmanın asaletinedir, onu göstermeye yöneliktir. GÜNÜMÜZLE KESİŞİM/ ESTETİK KUSURSUZLUKTA BOĞULAN AŞK Mucize 2: Aşk, modern çağın aşk anlayışına sert bir eleştiridir. Bugün, kusursuz vücutlar, estetik bedenler, uyumlu kimlikler ve idealize edilmiş hayatlar arasında aşk, bir tüketim nesnesi hâline gelmiştir. Oysa Musa, bütün “kusurlarıyla” sevilen bir adamdır. Ve Mizgin, ideal bir kadın değil; gerçek bir kadındır. Film, Instagram estetiğiyle göze sokulan ilişkilerin aksine, zorlanarak yürüyen, ama gerçek bir aşkın izini sürer. Zygmunt Bauman’ın “akışkan aşk” (liquid love) teorisine göre, çağımızda aşk, hızlı kurulan ve kolay vazgeçilen bir bağa dönüşmüştür. Mucize 2: Aşk, bu akışkanlığa karşı köklü bir sadakat önerisidir. “Mücadele ederek elde edilen değerler, kolayca terk edilemez.” MUCİZENİN İKİNCİ PERDESİ VE YENİ BİR AİLE MODELİ Film, yalnızca bireysel bir aşkı değil; “başkalarının onayına ihtiyaç duymayan bir aile modeli”ni savunur. Musa ile Mizgin’in hikâyesi; geleneğin sınırlarını zorlayan, ama onu yok saymadan yeniden tanımlayan bir yapıdır. Bu yönüyle film: Ahlaki olarak, fedakârlıkla yoğrulmuş bir aşkın ne demek olduğunu, Sosyolojik olarak, farklılıklardan aile doğabileceğini, Sanatsal olarak, hikâyenin içinden gelen bir estetikle, duygunun gerçekliğini, yansıtır. Ve en nihayetinde… Bir aşk, bir mucizeye değil; Bir mucize, bir aşka dönüşür.

    Yorumlar

banner112
Yeni Sitemizi Nasıl Buldunuz?

EN ÇOK YORUMLANANLAR
BUGÜN
BU HAFTA
BU AY
E-GAZETE
  • Guncel Haber Tamsayfa.Net - 17 Şubat 2021 Manşeti
ARŞİV