10 Ağustos 2025’te Balıkesir’in Sındırgı ilçesinde meydana gelen 6.1 büyüklüğündeki deprem, yine acı bir tabloyu önümüze serdi. Bir kez daha siren sesleri, toz bulutları, enkaz başında bekleyen gözleri dolu insanlar… Ve yine hepimizin dilinde aynı cümle: “Bu son olsun.”
Ne yazık ki bu depremde 1 vatandaşımız yaşamını yitirdi, 29 kişi yaralandı. Can kaybının yaşandığı binanın sahibi ve müteahhidi hakkında savcılık tarafından yakalama kararı çıkarıldı. Çünkü o binanın ayakta kalması gerekirken, kâğıt gibi yıkılması; ihmali, denetimsizliği ve rant hırsını gözler önüne serdi.
Türkiye, dünyanın en aktif deprem kuşaklarından birinde yer alıyor. Bu bilimsel bir gerçek. Yani depremler olacak. Ama binalar yıkılmak zorunda değil. Japonya’da, Şili’de, hatta daha düşük imkânlara sahip ülkelerde bile, depreme dayanıklı yapı standartları sayesinde binlerce insan hayatta kalıyor. Bizde ise hâlâ “nasip” deyip geçiyoruz.
Sorun şu: Depremi engelleyemeyiz, ama can kaybını engellemek elimizde. Bunun yolu, betonun içine gözyaşı değil, çelik koymaktan geçiyor. Her santimi denetlenmiş, mühendislik standartlarına uygun, kâr değil insan hayatı odaklı binalar inşa etmekten geçiyor.
Sındırgı’daki bu acı olay, belki de bir kez daha bizi aynada kendimize baktırmalı. İnşaat sektöründeki açgözlülük, kâğıt üzerindeki denetimlerle geçiştirilen projeler, “bir şey olmaz” anlayışı… Tüm bunlar değişmeden hiçbir şey değişmeyecek.
Artık akıllanır mıyız?
Bu sorunun cevabı, bundan sonraki ilk betonun içine ne koyacağımızda gizli.
Çimento ve demir mi?
Yoksa yine ihmal ve hırs mı?
Yorumlar